IV. Mehmed Avcı

26.12.2014 17:04
Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve Av
Alev Özbil*
Türkler, avcılığı savaşa hazırlayıcı bir vasıta olarak uyguladılar ve savaşlardan önce
harp taklidi niteliğinde büyük sürgün avları düzenlediler. Osmanlılarda da avcılık bu
çerçevede sürdürüldü. Osmanlı padişahları avcılığa çok önem verdiler. Avcılığın bir düzen
içerisinde yapılması için sarayda bir teşkilat kuruldu. Padişahların birçoğu zamanlarını
maiyetleri ile beraber büyük av partileri düzenlemek suretiyle değerlendirdiler.1
 Ava
düşkünlüğü ile anılan padişahların başında IV. Mehmed2
 yer almaktadır. En sorunlu ve
tehlikeli zamanlarda bile devlet işlerini ihmal ederek av peşinde koşan IV. Mehmed’e bu
nedenle “avcı” lakabı verildi.
3
1648- 1687 yılları arasında hükümdarlık yapan IV. Mehmed’in av merakı çok küçük
yaşlarında başladı. Henüz 9-10 yaşında iken terbiyesi ile meşgul devlet adamları tarafından
düzenlenen av eğlencelerini seyrederdi. IV. Mehmed önceleri bu eğlencelere katıldı, zamanla
da avcılık zevki gelişti. Olgunlaştığı zaman da av zevkinin peşinden gitti, oğullarını,
cariyelerini ve saray halkından pek çoğunu yanına alarak haftalarca süren av partileri
düzenledi.4
Uzun zaman alan avlar, sürgün avları şeklinde olurdu ve teşrifat-ı kadime’ye uygun
törenlerle yapılırdı. Sürgün avları, İstanbul yöresinde yapılmaz av hayvanı bol, koruluğu çok
olan Rumeli ve Edirne yörelerinde yapılırdı.5
16. yüzyıldan itibaren padişahların Edirne’ye
yerleşmesi ve Edirne civarında ava çıkması bir gelenek hâline gelmişti. IV. Mehmed de bu
 
*
 Alev Özbil, Araştırmacı, Edirne.
1
 Savni Huş, Av Hayvanları ve Avcılık, Kurtulmuş Matbaası, İstanbul 1967, s. 19.
2
 Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu, İslâm halifelerinin seksen dördüncüsü. Babası Sultan İbrahim Han,
annesi Hadice Turhan Sultandır. 1642’de 1-2 Ocak gecesi İstanbul’da doğdu. 7 yaşında iken tahta geçti.
Saltanatının ilk yıllarında iç ve dış olaylar, 15 Haziran 1656 Tarihinde Köprülü ailesinden Mehmet Paşa’nın
sadrazamlığa tayinine kadar devam etmiştir. Köprülü Mehmet Paşa döneminde esaslı ıslahatlar yapılıp, ülkede
asayiş sağlanmıştır. Ordu ve donanma güçlendirilmiştir. Köprülü ailesinin devleti başarıyla idareleri kendisini
rahat ettirmiştir. Sultan IV. Mehmed av merakı yüzünden devlet işleriyle ilgilenmemiş vaktinin çoğunu
avlanarak geçirmiştir. 1648-1687 yılları arasında saltanat süren Sultan IV. Mehmet 6 Ocak 1693’te ölmüştür.
Osmanlı Sultanları, Ankara Ticaret Odası, Ankara 1995, s. 180-186.
3
 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, kısım 2, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara, 1954, s. 589.
4
 Vasfi Mahir Kocatürk, Osmanlı Padişahları, Buluş Yayınevi, Ankara 1957, s. 252.
5
 Atıf Kahraman, Osmanlı Devletinde Spor, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara 1995, s. 205.Alev Özbil, “Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve Av”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl 1,
Sayı 1, Ocak 2009 “Türk Kültüründe Av”
34
geleneğe uyarak, 24 Eylül 1657’de, avlanmak için Edirne’ye gitmek üzere İstanbul’dan
ayrıldı. IV. Mehmed’in İstanbul’dan ayrılışı sırasında yapılan tören görkemli bir gösteriye
dönüştü.
Aynı tarihte (1657) İsveç Kralı X. Carl Gustaf, İsveç ve Osmanlı İmparatorluğu
arasındaki ilişkileri geliştirmek için Osmanlı Sultanı IV. Mehmed’e elçi olarak Claes
Ralamb’ı6
 göndermişti.
İsveç’ten Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan ve belgelenmiş ilk elçilik görevini alan
Ralamb, Sultan IV. Mehmed’in av için İstanbul’dan ayrılışı sırasında oradaydı. Ralamb, bu
yolculuğun ilk bölümünü belgeleyen bir dizi yağlıboya resim yaptırdı ve bu alayı kaleme aldı.
Ralamb, bu tören geçidini şöyle anlatır:
“Padişah İstanbul’dan Davutpaşa’ya çıkarken alay gösterdi. Alay şöyleydi: İlk olarak
şafak sökerken yeniçeriler 10, 20, 30’luk gruplar hâlinde düzensiz olarak çıkmaya başladı.
Sonra birtakım çavuşlar geldi, ardından da zırhlar kuşanmış, kocaman sarı sancak taşıyan
Galata ahalisi… Aralarından yaklaşık 40 kişi loncalarına özgü göğüs zırhlarını giymişti,
göğüs zırhı yapanlar oldukları anlaşılıyordu.
Onlardan sonra zırh kuşanıp yeşil başlık giymiş, ellerinde koca baltalar tutan topçu
piyadeleri geliyordu. Onları çavuşlardan oluşan bir kalabalık izliyordu. Uzun bir aradan sonra
yolu açan üç çavuş geldi, bir kısmı yaya ilerleyen, zırhlı ve koca baltalı daha düşük rütbeli
çavuşlar peşlerinden ilerliyordu. Onların arkasından, ellerinde değnekleriyle, kalabalık mı
kalabalık bir yeniçeri topluluğu geliyordu.
 
6Claes Ralamb, 1622’de İsveç’de doğmuş, Uppsala ve Leiden’deki üniversitelerde iyi eğitim almış, genç bir
hükümet görevlisiydi. Büyükelçilik görevini aldığında, saray yönetiminde ve orduda savaş danışmanı
konumuna getirilerek onurlandırılmıştı. O dönemde Polonya’daki Posan’de (Ponzan) valilik yapmaktaydı.
Ralamb’ın görevi resmi nitelik taşısa da, Avrupa’daki siyasal durum ve görevin hassasiyeti nedeniyle Ralamb,
resmi sıfatla yolculuk etmeme talimatı almıştı. Bu nedenle adını gizleyerek, çoğunlukla at sırtında, kendine ait
bir binek ve yük arabası olmaksızın, az sayıda kişisel eşyası ile yolculuk yapmıştır. Kralın buyruğu
doğrultusunda yanına hediye de almamıştır. İsveç Kralı X. Carl Gustaf, hediyenin gerekli olmadığını
düşünmüş ancak yanılgıya uğramıştır. Hediye götürmemenin, Ralamb’ın görevinde başarısızlığa uğramasında
büyük etkisi olmuştur. 14 Mayıs 1657’de İstanbul’a varan Ralamb, Balat semtinde bulunan Boğdan Sarayı’nda
kalmıştır. 17 Mayıs’ta Köprülü Mehmet Paşa’nın huzuruna, 19 Mayıs’ta Sultan IV. Mehmed’in huzuruna
kabul edilmiştir. Ancak en baştan beri padişah ve sadrazam Ralamb’ın görevini merak etmekle beraber, İsveç
Kralı’nın niyetleri ve Erdel Beyi II. Georg Rakoczi ile İsveç’in kurduğu ittifak konusunda kuşkular
beslemektedir. Rallamb’ın İstanbul’da kaldığı süre içinde Avrupa’da siyasi durum değişecek, padişahla ve
Babıali ile olan ilişkiler İsveç Kralı’nın istediği gibi gelişmeyecektir. Ralamb ilk geldiği sıralarda İsveç’e
dönmek üzere padişahtan izin istemesine karşın, hem siyasi nedenlerden hem de bütünüyle açık olmayan
görevinden dolayı 1658’in Ocak ayına kadar yaklaşık dokuz ay süresince İstanbul’da tutulmuştur. Ocak ayında
İstanbul’dan ayrılmadan kısa bir süre önce de Galata’da Pera semtine taşınmıştır. Ralamb, Baltık kıyısında
Stettin’den (Szcecin) yola çıktığı günden başlayarak, İstanbul’da kaldığı süre ve 1658 Haziran’ında İsveç’e
dönene kadar günlük tutmuştur. Özellikle hukuk bilimi alanında tanınmış biri olan Ralamb, 1698’de 76
yaşında ölmüştür. bk. Avcı Mehmed’in Alay-ı Hümayunu, Pera Müzesi yayını 12, İstanbul 2006, s. 10-16.Alev Özbil, “Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve Av”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl 1,
Sayı 1, Ocak 2009 “Türk Kültüründe Av”
35
Yeniçerilerin arkasından kırmızı yeşil sancağıyla “Asya’nın Paşası” yürüyordu.
Bunların standartları çeşitli renklere boyanmış at kuyruklarından oluşuyordu. Peşlerinden,
zırh kuşanmış, at sırtında ilerleyen büyük bir yeniçeri kalabalığı geldi, sonra sırasıyla silahlı
bostancılar, İstanbul Ağası, sonra Macar süvarileri gibi küçük sancaklar taşıyan yeniçeriler,
atlı ve yaya olarak karma bir grup yeniçeri, çevrelerinde yeşil yapraklar, atların üstüne koca
tulumlar yüklemiş, siyah deriler kuşanmış “padişahın su taşıyıcıları” ilerliyordu.
Çok geçmeden, sarıklarına tüy takmış, çavuşlar gibi giyinmiş atlı topçular geldi.
Sırasıyla Yeniçeri Ağası’nın sarılı kırmızılı sancağı, kalabalık bir yeniçeri topluluğu, 4
standart, Yeniçeri Ağası’nın 4 atı ve yine yeniçerilerden oluşan uzun bir kafile onları izledi.
Geriden, leopar postu kuşanmış, birkaç yüz kişilik seçkin yeniçeriler geliyordu. Peşlerinden
de at sırtında Yeniçeri Ağası…
Bir süre sonra, siyah deri giymiş gümüş kuşak kuşanmış saray aşçıları… Sonra üç
köşeli başlıklarıyla doğanlar taşıyan bir kalabalık, sonra yaya çavuşların hizmetkarlarından
oluşan ve daha ufak sarıklar takmış bir kalabalık… Hepsi de sarıklarının arkasına gri bir
sorguç takmış çavuşlar uzun bir sıra oluşturuyordu. Sonra padişahın çadırını kuran
görevlilerden oluşan bir kalabalık geldi. Sonra at sırtında birkaç cüce göründü. Kenarlarına
samur kürk geçirilmiş altın işlemeli kaftanları vardı. Sonra koca kadı. Sonra Araplardan
oluşan bir kalabalık geldi, bu din adamları sekizerlik iki sıra olmuş, el ele tutuşmuş, hiç
durmadan hu çekiyorlardı. Onların ardından yine iki sıra hâlinde din adamları yürüyor,
Müslümanların ilerlemesi ve Hristiyanların yok olması üstüne bir ilahi söylüyorlardı.
Sonra, Hz. Muhammed’in sülalesinden olan, hepsi de yeşil sarık takmış büyük bir
kalabalık göründü. Sonra Sancak-ı Şerif, sancağın arkasından at sırtında ilerleyen ve Hz.
Muhammed’in soyundan gelenlerin reisi olan Nakib Efendi…
Sonra 8 büyük tuğ… Sonra Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, kaymakam ve müftü,
padişahın tuğu, sonra 8 tuğ… Görkemli giysiler giymiş çavuşların beraberinde padişahın 9 atı
ve iki büyük deve… Develerden birinin binicisi vardı, öbürü küçük dörtgen gibi bir şey
taşıyordu sırtında. Bu küçük evin içinde bir oğlan oturmuş durmadan Kur’an okuyordu.
Sonra padişahın av köpeklerinden 26’sı süslenmiş, 26’sı süslenmemiş köpekler, sonra
parıl parıl gümüş başlıklar giymiş 2 askeri yönetici, onların peşinden de gümüş başlıklar
takmış, kısa kaftanlar ve beyaz ince görünüşlü gömlekler giymiş, ellerinde oklarıyla
hizmetkarlar, 2 büyük davul.
At sırtında, altın işlemeli kaftan giymiş, kavuğuna siyah balıkçıl tüylerinden yapılma,
biri alnının üstüne öbürü sağ tarafına iki sorguç takmış padişah. Padişahla birlikte altın Alev Özbil, “Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve Av”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl 1,
Sayı 1, Ocak 2009 “Türk Kültüründe Av”
36
işlemeli kaftanların içinde iki kapıcıbaşı yürüyordu. Padişahın bindiği ata baştan başa
elmaslarla bezeli, göz kamaştırıcı bir örtü örtülmüştü. Atın örtüsüne kocaman inciler
dikilmişti. Padişahın arkasından içoğlanı denilen, yetişkin erkek uşaklardan oluşan, atlı büyük
bir kalabalık ilerliyordu. İçoğlanları üçgen başlıklar takmıştı, kulaklarının önünden birer zülüf
sarkıtmışlardı, uzun sakalları yoktu, sadece bıyıkları vardı, hepsi de kırmızı kaftanlar giymişti.
Onların arkasından türlü türlü nefesli sazlardan oluşan mehter takımı gidiyordu.
Davullar vb. Sonra 4 deve… Her devenin üstünde bir çift kös; bunlardan sonra da Padişahın
maiyetindeki her çeşit insan… Sonra kırmızı örtüyle kaplı ve 4 katır tarafından çekilen
tahtırevanı, onun ardından yine kırmızı örtüyle kaplı, Almanya’daki sayfiye arabaları gibi
yapılmış, 6 atın çektiği arabası… ”7
İlk olarak tahta çıkışından 9 yıl sonra Edirne’ye giden IV. Mehmed’in Davutpaşa’ya
çıkışı Galland’ın kaleminden bu şekilde aktarılmıştır.
Törenle yapılan avların dışında törensiz yapılan avlar da vardı. Padişah bir gün için ya
da birkaç gün süreyle avlanmak isterse saraya yakın bir av yerine giderdi. Padişah ava
giderken silahdarı, rikâbdarlardan bazıları, şahincibaşı ve doğancıbaşı ile içdoğan oğlanları,
bir miktar zaarcı, samsoncu ve solak kendisine eşlik ederdi.8
Fransız Büyükelçiliği Baş Tercümanı olarak görev yapan Antoine Galland9
 tuttuğu
günlükte Sultan IV. Mehmed’in 26 Nisan 1672 günü Edirne’de çıktığı törensiz av ile ilgili
olarak şöyle yazar:
“Günün en sıcak zamanında, yani on bir ile on iki arasında, yarım saat ya da üç çeyrek
saat uzaklığında bir köye gitmek üzere Padişah Bosnaköy’den geçti Avlanmak maksadı ile
gitmekte olduğu için ayrı bir heyetle on kadar doğancı önden gidiyordu. Köpekleri sevk
edenler ise çok daha evvel geçmişlerdi. Padişah en önde sırtında pek mütevazıane bir kırmızı
hırka bulunduğu hâlde ilerliyordu. Kendisinin bir başka ata binmek üzere attan indiğini
gördük ve silahdarla diğer iki subay diz çöktüler ve ata binmesine yardım etmek üzere
 
7
age., s. 53, 54.
8
 Kahraman, age., s. 204.
9
 Antoine Galland, 1646-1715 tarihlerinde yaşamış Fransız doğubilimcisi. Paris’te Noyon Koleji’nde, Plesis
Koleji’nde eğitim aldıktan sonra Sorbonne’da Dr. M. Petitpied’nin öğrencisi oldu. Latince, Yunanca ve
İbranice öğrendi. 1670-1675 tarihleri arasında Fransa Elçisi Nointel ile birlikte İstanbul’da bulundu. Bu
dönemde Fransız Büyükelçiliği tercümanı olarak görev yaptı. 1676 ve 1679’da yeniden İstanbul’a gelerek
Arapça, Farsça ve Türkçe öğrendi. Fransa’ya döndü. Paris’te Kral Kütüphanesi’nde görev yaptı. İstanbul’a Ait
Günlük Hatıralar ve Sultan Osman’ın Ölüm Öyküsü adlı iki kitap yayımladı. Mille et une nuits, contes arabes
traduits en français (Binbir Gece, Arap Masallarının Fransızca Çevirisi) adlı eseri yazdı. 1701’de Kitabeler
Akademisi’nde (Academie des Inseriptions) görev aldı. Burada lügat çalışmaları yaptı. 1709’da Krallık
Koleji’nde Arap dili profesörü oldu. Kuran-ı Kerim’i Fransızcaya çevirdi. 69 yaşında öldüğünde geride çok
sayıda eser bıraktı. Antoine Galland, İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar (1672-1673), C. I, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1949, s. 13-18. (Galland’ın eserleri için bk: Galland, age., s. 19-20.)Alev Özbil, “Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve Av”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl 1,
Sayı 1, Ocak 2009 “Türk Kültüründe Av”
37
eğildiler. Büyük İmrahor Padişahın yanında bulunuyordu ve maiyetinin geri kalanı elli yahut
altmış İçoğlandan mürekkep olup bunlardan bazılarının sarıklarının alın yerinde balıkçıl kuşu
tüyleri vardı. At üstündeki Türklerden birçoğunun kıyafetlerinin ve atlarının mütevazılığından
kendilerinin ancak birer uşak oldukları anlaşılıyordu. Bu suretle de maiyetin cem’an dört yüz
kişiye varması mümkündür. Dönüşte Padişah nehri bir geçit yerinden geçti ve kendisinin
tarlalar arasından koşup kısa bir zaman içinde bir tavşanı ele geçirdiğini gördük. At
değiştirmek üzere yere indiği zaman, maiyetindeki Türkler ikbal ve sıhhati için dua ettiler.”10
IV. Mehmed, sefere giderken de av alayını yanında götürürdü. IV. Mehmed’in, 7 Mayıs
1672’de Lehistan’a karşı bir sefere başlamak üzere Edirne’den ayrılışı çok gösterişliydi. A.
Galland bu konuda da gördüklerini şu şekilde kaleme almıştır:
“…Padişahın av alayı bu develerden sonra gelmekteydi. Bu her biri pençesi üzerinde
bir kuş götüren otuz kuşbazdan mürekkepti. Bu kuşbazların önlerinde yedi atlı ilerlemekte
olup bunların her biri atının sağında munisleştirilmiş bir kaplan taşımaktaydı. Buna inanmakta
tereddüt gösterenler ne derlerse desinler, Zat-ı şahane bu kaplanları tavşan avlarken
kullanmaktadır. Bu herkesin burada bilmekte olduğu bir keyfiyettir ve başka memleketler
hakkında söylenmiş hiçbir şeye inanmamak mesleği takip edilmedikçe keyfiyetten şüphe
edilmesi kabil değildir. Bu kaplanların her biri ipekten bir haşaya bürünmüş bulunuyordu ve
gaddar ve vahşi bakışları yanında sakin tavırları kendilerine bakanların ruhlarında hem hayret
hem de dehşet uyandırmaktaydı. Bundan sonra yeniçeriler yedekte dünyanın en güzel
tazılarının ellisini götürmekteydiler ki, bunların tabii güzelliklerini üzerlerini örten gayetle
zengin altın ve gümüş sırmalı ipek haşalarla işlemeli gerdanlıkları arttırıyordu. Bunları beş ya
da altı iri av köpeği takip etmekte olup kendilerinin pek aşağıya kadar sarkan dudakları çene
kemiklerini tamamen kapamaktaydı. Bakanların şişmanlıklarını ve derilerinin birbirine hiç
benzemeyen renk ve hat güzelliklerini görebilmeleri için bunlar haşalarla örtülü değillerdi. Bu
av köpeklerinden sonra, derileri beyaz, kırmızı ve siyah parçalı on iki zağar aynı şekilde, her
biri bir adam tarafından yedilmek şartıyle götürülüyordu. Bunları kendilerine verilen
ehemmiyeti anlatmak üzere böyle sonda yürütüyorlardı ve elbette ki bu pek haklıydı, çünkü
zannımca bunlar dünya üzerinde görülmesi mümkün bulunan en güzel köpek cinsine mensup
idiler….”11
 
10 Galland, age., C. I, s. 106.
11 Galland, age., C. I, s. 124Alev Özbil, “Üç Yabancının Kaleminden Avcı Mehmed ve A

İletişim